Sözcük anlamıyla “Düğün”, genellikle “evlenme töreni” ve bu tören sırasındaki “şenlikler”i kapsar. Türk geleneğinde erkek çocuğun “sünnet” töreni de düğün gibi algılanırsa da, buradaki “düğün” sözcüğü bir bakıma anlamı daraltılarak yalnızca “şenlikleri kapsamaktadır.
Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi, Bursa’da da düğün töreni bir süreç niteliğindedir. Çağdaş dönemde toplumsal yaşam biçemi ve geleneklerde birtakım önemli değişiklikler olmasına karşın, ülke genelinde ve Bursa’da, özellikle orta ve dar gelirli gruplarda söz kesme, nişan, nikâh ve düğün geleneklerinin bir bölümünde süreklilik söz konusudur. Asıl önemli fark, nişan ve düğün eğlencelerinde gözlenen değişmelerdir.
Bursa’da 1940’lı yıllarda sürdürülen nişan (çağdaş dönemde de az çok değişikliklerle devam ettirilmekte olan), nikâh ve düğün gelenekleri üzerine öğretmen Nâzım Yücelt (b. bak.) tarafından yapılan araştırma ve incelemeler sonucunda Uludağ (b. bak.) dergisinin Ocak – Şubat 1949 tarihli 93. sayısında yayımladığı “Geçmişte Bursa’da düğün âdetleri” başlıklı yazısında (çağdaş dönemde de bir bölümü süregelmekte olan) söz kesme, nişan, nikâh ve düğün geleneklerini şöyle anlatmaktaydı:

“Görücü
Oğlan evinden, istenen kızın evine misafir gidilir. Gelin namzedi (adayı) misafirlere kahve getirir ve içilinceye kadar kız görülür, konuşturulur, güldürlür. Eğer kız beğenilirse, bilâhare (daha sonra) söz kesimi yapılır.

Söz kesme
Söz kesimi için oğlan tarafından gidenlere bir mendil verilir. Oğlan tarafı da kız evine yemeni veya krep gönderir. Bu suretle de söz kesilmiş olur.

Nişan merasimi
Oğlan tarafı, ‘Filan gün nişan getireceğiz’ diye haber gönderir. Oğlan tarafı ‘nişan bohçası’ düzer. Nişan bohçasında kıza, tuvalet takımı, rastık, kına, çorap, terlik (beyaz renkte olup, bunlar gelinlikte giyilir), elbiselik kumaş (yünlü veya ipekli), yüzük, küpe, beşibirlik gönderilir (buna ‘takı’ denir).
Kızın anasına çorap, yemeni, mendil konur. Kardeşlerine de münâsip hediyeler eklenir. Bu bohça, evlenenlerin zenginliğine veya fakiıliğine göre değişir. Nişan sepetine şeker, kurabiye, çörek gibi şeyler de konur. Ertesi gün bunlardan birer parça tanıdıklara da gönderilir.
Bu hediyeler bir tepsi veya sepet içine konur. Ve kırmızı gaz beziyle boğulur. Nişanı bir erkek veya kadın başı üstünde götürür ve bu, evlenmemiş bir kızın başı üstünde açılır. Kızın kısmeti açılsın diye, ‘Haydi hayırlısı olsun, senin de kısmetin böyle açılsın’ derler. Kız tarafı da, erkek tarafına böyle münâsip hediyeler gönderir. Yalnız bu hediye(lev)in içinde oğlana, kayınpedere, kayınvalideye, görümceye çamaşır konur. Bilhassa kenarı işlemeli enli uçkur, para kesesi, saat kesesi, bunlar damada mahsustur.
Nişandan vazgeçen taraf, hediyeleri geri gönderir.
Hediye getirenlere kahve, şerbet ikram edilir. Kız evinde, kız giyinir kuşanır. Gelenlerin ellerini öper, oturur. Kız içeri girerken, ‘Gelin geliyor’ diye haber verilir. Kayınvalide kalkar, gelinin başından para serper. Nişan takımı masa üzerine konur, birkaç gün gelenlere gösterilir. Nişan günü, her iki tarafın akrabası ile beraber komşular da davet edilir.
Nişan, yalnız Pazartesi ve Perşembe günü Öğleden sonra götürülür. Kız evinde yapılan merasim, oğlan evinde de tekrar edilir.

Nikâh
Nikâh, kız evinde yapılır. Akrabalardan ve yakın tanıdık olanlardan (erkek olanlar) davet olunurlar. Kız, nikâh odasının kapısı önüne kadınlar tarafından getirilir. Kızın üzeıindeki elbisenin, hiç bağlı ve ilikli yeri bulunmaz. Kızın sağ koltuğunda mushaf, sol koltuğunda da bir miktar ekmek vardır. Odadaki erkeklerden biri, kapı aralığından kıza ‘Vekilin olayım mı? Nikâhını kıyayım mı?’ diye üç defa sorar. Üçüncüde kız, ‘Olunuz’ der. Sonra içeride. mahalle imamı marifetiyle, oğlanın vekili ile kızın vekili tarafından nikâh kıyılır, duâ edilir.
Nikâh duası çeşitli olmakla beraber, aşağı yukarı şu mealdedir: İmam tarafeynin (tarafların) nikâha ve izdivaca (evlenmeye) muvafakatini takrir ettirdikten, yani oğlanın vekiline ve kızın vekiline ‘Bu kızı aldın kabul ettin mi? Bu oğlana rızanla vardın mı?’ diye sorup müsbet cevap aldıktan sonra şu duayı okur (imam, Kur’an’dan bir âyet-i kerîme okuduktan sonra, duasını yapar).
Duadan sonra şerbetler içilir, davetliler dağılır. Ertesi günden itibaren kız ve oğlan evine tanıdıklar tebrike gelirler. Bu meyandû evvelâ oğlan evi kız evine, sonra kız evi oğlan evine tebrike gider.

Çeyiz (Cihaz)
Düğünden üç gün evvel, bir Pazartesi günü, kız evinden oğlan evine, sandıklar içinde cihaz gönderilir. Çeyizi götürenlere bahşiş verilir. Oğlan evinde, kızın evinden gelen eşya bir veya birkaç odada teşhir olunur, çamaşırlar duvarlara asılır. Sandıklar üzerine oğlanın ve kızın yatakları ayrı ayrı istif edilir. Mangal, sahan, tencere, hepsi bu odaya konmuştur. Birde oturma odası döşenir ve kapısı çekilir. Bu oda ancak Perşembe günü koltuktan sonra gelin ve damat tarafından açılır. Ve ziyaretçiler tarafından ancak o gün, kapısından ziyaret edilir. Çeyiz, onbeş gün duvarlarda asılı kalır.
Salı günü oğlan evine davul takımı getirilir. Davul takımı şunlardan ibarettir: Bir davul, bir zurna, darbuka, bir veya birkaç köçek.
Davul takımı, ara sıra dinlenerek günün bütün saatlerinde düğün kapısının önünde ve düğün evinin bahçesinde çalar.
Salı ve Çarşamba günleri, damadın arkadaşları davul ile birlikte, evvelden haber veren damadın arkadaşlarından dürü (armağan) almak için giderler. Davul, davetlinin kapısında çalar, bazan içeri alınır ve gelenlere pişmiş tavuk, meze, içki verilir. Hediyesi, ayrıca damadın bir arkadaşına teslim edilir.

Kına gecesi
Kına gecesi, oğlan evinde erkeklere. kız evinde kadınlara yapılır. Oğlan evindeki kına gecesinde, erkeklere davul çalınır. Zeybek, güvende oynar, içki içerler. Kız evindeki kına gecesi de enteresandır: Kız evi davetlilerini ayrı, oğlan evi de ayrı çağırırlar Oğlan evi, davetlilerine gelin teli gönderir. Teli alanlar başlarına bağlarlar, davet günü oğlan evinde toplanırlar. Gece saat 9’da, oğlan evinden davetliler davul ile kız evine giderler. Davul kız evinden duyulunca, ‘Oğlan evi geliyor’ diye bir telâş başlar. Oğlan evini içeri alırlar ve çarşaflarını çıkarırlar, hazırlanan yere otururlar. Oğlan evinin davetlileri, başlarındaki tellerden anlaşılır. Kız evi davetlilerinin başlarında tel bulunmaz. (Not: Kız evinde görülen telâş, gelini saklamak içindir. Gelin, davetlilerin yanma bilâhare, yüzü örtülü olarak, cümbüş başladıktan sonra çıkar.)
Kız evi, davetlerini ‘okuyucu’ tabir edilen fakir bir kadın marifetiyle yapar Okuyucu, davet yaptığı evden bahşiş alır.
Kız evinde kadın çalgıcılar bulunur. Bunlara ‘usta’ denir. Ustalar hemen (keman olsa gerek), def, ut çalarlar Çalgıların adedi birden fazla olabilir. Oğlan evi gelince, kendilerine ikram edilir.
Kına gecesinde gelinin davetliler arasııra gelmesi: Gelinin arkadaşları kendisini aralarına alarak davetlilerin arasına getirirler. Önde iki kız, ellerinde yanmış olarak mum tutarlar. Arkasında, koluna usta girmiş halde gelin varda. Gelinin elbisesi renklidir ve yüzünde duvak vardır. Evvelâ kaynananın, sonra diğer büyüklerin ellerini öper. Bu sırada saz başlar ve muhtelif şarkılar söylenir.
Gelin mi oldun,
Gelin mi oldun
Evvel bizim idin a güzel
Simdi ellerin mi oldun
Oğlan anası, oğlan anası Elinde mumlar yanası Oldun gelin kaynanası Şen evimiz, şen kal
gibi güfteler o devrin başlıca kına gecesi şarkıları idi.
Böylece kız, oğlan evinin oturduğu tarafa götürülüp bir sandalyeye oturtulur. Şarkılar ve çalgılar devam ederken, kızın duvağını açarlar. Bu esnada ustaların kucağına paralar atılır. Bilâhare oyun havası başlar. Sıra ile herkes oyun oynar. Sıra ile herkes oyunu kalkar. Oyuna herkesin kalkması zaruridir (zorunluluktur). O bilsin, bilmesin, en sonra sıra geline gelir. Gelinin iki avcıma pirinç verirler. Oynarken pirinçleri azar azar yere döker ve serper. Bu sırada şu şarkının söylenmesi âdetti:
Oğlan döne döne
Kız döne döne
Gelin mi oldun gene
Gelin olduğum akşam
Oynarım döne döne
Serpilen pirinci herkes toplar ve bunu bereket sayarlar. Gelin oynadıktan sonra oğlan evi gider. Bir müddet sonra kızı soyarlar, tacını çıkarırlar. Kına tasını getirirler. Kızın arkasına, elinde bir mendille bir kadın geçer. Duvağını yüzüne önerler. Ustalar bu esnada hazin şarkılar söylerler. Gelinin eline ve ayağına çaprazlama kına yakılır. Gelin bu esnada ekseriyetle ağlar, gözyaşını da arkadaki kadın siler. Eğer ağlamayan gelin olursa, davetliler ‘Aman gözyaşları yerleri yıkadı’ diye alay ederler. Kına yakıldıktan sonra, sabaha kadar kızlar eğlenirler. Erkek elbisesi giyer, sarhoş taklidi yaparlar. Zeybek oynarlar, tavuk ve lokum yerler. Sabahleyin herkes evine dağılır.

Düğün günü
Perşembe günü sabahleyin, kızın başı düzülür. Gelin elbisesini giyer. Tacı duvağı takılır. Kız evi misafirleri gelin bakmaya gelirler. Oğlan evinde davetliler de ayrıca toplanır. Arabalar tutulur. Oğlan evinden kız evine, davetlilerle birlikte kızı almaya giderler. Önde davullar çalar, davulun önünde gençler oynarlar. Bazıları arabadan inerek oynar, tekrar biner. Gelin arabasının önünde, at üstünde kayınpeder gider. Gelin arabası en arkadadır. Kız evine gelince, kayınpeder, kayınvalide, görümce, hısım akraba, hepsi arabadan inerek kız evine girerler. Kahve ve şerbetler içilir. Kına gecesindeki ustalar yine oradadırlar. Usta, kızı getirir, el öptürür. Oğlan akrabası, kıza ne takacak ise, sıra ile takarlar: Küpe, yüzük, saat, altın, ilâh… Takmayanlar da para verirler. Kız tarafı, gelen arabalara çevre bağlarlar. Kızın arabasında kaynanası, bunlarla beraber kız evinden bir yenge gelir. Kız arabaya binince, müjdeci denen bir adam, kız evinden bir yastık alır. At ile oğlan evine getirir. Bu yastık oğlan evinden alınınca, kızın gelmekte olduğunu anlarlar ve kabul için hazırlıklar yapılır. Damat, cihaz (çeyiz) odasında bekler.
Kız gelince misafirler inerler. Kız arabadan en sonra iner. Kız inerken, damadın arkadaşları, damattan ‘toprak bastı’parası isterler. Bu hediyeyi almadan kızı indirmezler, arabanın kapısı önüne yatarlar. Gelin iner, damat yukarıdan gelir, gelini alır. Her ikisi de el öperler. Gelini koltuklar ve odasına götürürken, damat para serper. Bu parayı misafirler kapışırlar. Gelin ile damada kahve ve şerbet veriliı: Kapıyı vurur, damadı çıkarırlar. Damat, arkadaşları ile çıkar, gider. Gelin bir köşede durur. Gelenler cihaz odasına, kızın eşyasına ve geline bakarlar.

Zifaf gecesi
Oğlan evinden Perşembe günü akşamı yemek verilir. Yemeğe yakın akrabalarla dostlar davet edilir. Bu davetliler, yeni evlilere muhakkak bir hediye vermek mecburiyetindedirler. Halı, bakır takımı, vesaire gibi. Yemek yendikten sonra damat camiye götürülür. Yatsı namazı kılınır. Namazdan sonra tekbir alınarak, ilâhi söylenerek, damat eve getirilir. Eve gelince dua edilir. Duayı müteakip damat el öper, odasına giderken arkadaşları tarafından yumruklanır. Yumruk yememek için kaçar, zifaf odasına girer. Bu zaman (sırada), gelin ayağı üstüne basarsa, müşterek hayat süresince sözünü geçireceğine inanılır. Zifaf odasında damat iki rekât namaz kılar, gelin arkasından duâ eder. Halkın inanışına göre, gelin ve damat bu esnada ne duâ ederse, Allah onu kabul eder.
Gelin ile damada, yemek olarak pişmiş tavuk getirilir. Damat, elle tavuğu bacağından ayırır, her ikisi de yerler. Bu tavuğun kemikleri atılmaz, gömülür. Bu tavuğu başka kimse yemez, ancak ikisi yer. Tavuk, kız evinden gönderilir. Sonra yatarlar. Kız evinden gönderilen yenge, kızın nişanını bekler. Kız, yengeye nişanı verir (kızlık nişanı). Yenge de, kız evinde bekleyen kızın akrabasına nişanı hemen götürür. Sabahleyin, damat geline para verir. Yatağı kaldıracak olan yenge için, yastığın akına para kor. Kendisi hamama gider. Hamamdan geldikten sonra, kocasını gelin karşılar.

Paça günü
Cuma günü paça günüdür. Paça günü, gelin elbisesini kamilen değiştirir. Yine başı düzülür. Davetliler gelirler. Ustalar tutulur, öğle yemeği yenir, akşama kadar eğlenilir. Cuma günü akşamı merasime son verilir.

Düğünden sonra
Düğünden bir halta sonra kız evi, yeni evlilerle akrabalarını el öpmeye davet ederler. Yemekler yenir, icap ederse o gece o evde kalınır. Düğünden onbeş gün sonra oğlan evi, kız evini çağırır. Çeyiz indirirler (kadınlar aralarında eğlenerek çeyizi indirirler). Bu sırada kaynanaya, kaynataya gelinin vereceği hediyeler, ezcümle çamaşırlar da çeyizden ayrılarak verilir.
Düğünde yenen yemekler ekseriyetle şunlardır: Baştan düğün çorbası, et, pilav, zerde.
Zifaf gecesinde gelin kız çıkmazsa, ertesi günü başına bir peştamal örtülerek anasının evine gönderilir. Bütün eşyası oğlan evinde kalır.”

BURSA’DA ESKİ DÜĞÜN GELENEKLERİ
Bursa’da çeyiz teşhiri (gösterimi), kına gecesi*
Yarım asırdan beri devam eden, hele Balkan Harbi’nden sonra büsbütün artan muhacir hücumu nüfusu çoğaltmakla beraber, Bursa’nın mahalli hayatını ve hususi rengini çok değiştirmiştir. Şimdi artık şadırvan başlarında, yerli kumaşlarından gayet temiz entariler giymiş, beli şallı hanımların oturup muhabbet ettikleri görülmez. Şimdi artık gezekler ve helva sohbetleri, tandırbaşı muhabbetleri, kaplıca yatıları ve halvetleri, esnaf loncalarının Seydinasır’da, Abdalmurad’da günlerce devam eden ziyafet ve eğlenceleri, çırakların usta çıktıkları zaman mutat olan merasim ve ziyafetler, Evliya Çelebi’nin bahsettiği erguvan cemiyetleri, her sene sofuların vürudu münasebetiyle günlerce süren dini ihtifaller ve daha bu gibi birçok adetler tamamen maziye karışmıştır. Bereket versin Çatalfı-rın (Numaniye) Dergâhı Şeyhi Safiyyüddin Efendi’nin himmetiyle Eşrefoglu Abdullah Rûmî Hazretlerine ait bir (köfteli çorba vakası) hatırasını ihya için her sene bayramların ikinci günleri icra edilen Eşrefiler ihtifali devam edebilmektedir. Yine bu zatın himmetiyle, birkaç sene evvel, bir sünnet düğünü vesilesiyle icra edilen tarz-ı kadim [eski yöntemi tekke alayı sayesinde Bursa (kimbilir belki de son defa) eski âdetlerinden birini bir kere daha yaşadı.
Velhasıl Bursa hâlâ, elyevm [bugün] bile ahlâk, âdât [âdetler] ve tebâyi-i milliyetimiz [ulusal uyrukluğumuz] nokta-i nazarından pek mühim bir saha-i tetebbudur [araştırma alanıdır], Halkiyat (folklor) nokta-i nazarından elzem olan be tetebbu-atı icra etmek için Bursa gençleri ve münevverleri pek müsait vaziyette bulunmaktadır.
Çeyiz teşhiri: Yüksek sınıf artık çeyiz teşhiri âdetini terk etmektedir. Herhalde şimdiye kadar gelinin oğlan evine getirdiği eşyanın düğünde seyircilere teşhir edilmesi âdetti.
Çeyizi teşhir için suret-i mahsusada odanın bir duvarına (yük) nâmı ile muvakkat bir şey inşa edilir. Adeta insan boyundan yüksek ve geniş bir dolap gibi yapılan yükün dışına çarşaf gerilir ve teşhir edilecek eşya çarşafın üzerine iğnelenir veya yükün üstüne sıralanır. Bilhassa şu eşyanın herhalde teşhiri mütaddır:
1- Biri mühim günlerde, diğeri eyyâm-ı âdiyede [sıradan günlerde] kullanılmak üzere yabanlık ve âdi iki hamam takımı ;
2- İki takım, beheri onar takım, (sıra havlusu) denilen yemek havluları, yüz havluları ;
3- İşlemeli baş örtüleri, boncuklu, pullu hamam tülbentleri, bir sıra kırep, bir sıra papazî oyalı yemeniler (çimen oya, yedi dağın çiçeği, büber oya, gül koncası, iğde çiçeği, kakule, hanım beye kol attı, şimendifer oya, kuyumcu kafesi, kadife oya, âfetin kâhkül tarağı, mine, hercai, karpuz çekirdeği, enginar oya, kelebek oya, köprü oya ilâh …. namları verilen oyalarla tezyin edilmiştir) ;
4- İpekten yapılmış saat, mühür, tütün ve para keseleri (vaktiyle kübera [büyükler, önde gelenler] çeyizlerinde bunlar incili olurmuş) ;
5- Güveyinin yerli bezinden oyalı gömlekleri, donları, çevreler, işlemeli çukurlar, ipekli ipeksiz mendiller ;
6- Gelinin iç çamaşırları ;
7- İğnedanlık, kaşık torbası, tarak kesesi, hatta bazı mutenaca [az bulunur türden] bezlerden işlemeli tutaç (yani mutfakta tencere ve sahan gibi şeyleri tutmağa mahsus bez);
8- Yatak çarşafları, işlemeli yastık örtü ve yüzleri, işlemeli sofra bezi ;
9- Ayna, çuha ve boncuklarla müzeyyen [süslenmiş] süpürge ve boyalı faraş, kalaysız yeni bakırdan mutfak levazımı, sini (yemek tepsisi), mangal, leğen, ibrik, hamam tası, biri tasması işlemeli ve oymalı, diğeri adi iki çift nalın, müteaddit ayakkaplar ve terlikler ;
10- Yükün üzerine de güveyinin ve gelinin dikilmemiş bez topları, teşhir edilmemiş kaç kat çamaşır varsa hepsi (takım takım, üst üste, fakat birer parça uçları görülecek surette istif edilmiş olarak) ;
11- Gelinin onbeş gün zarfında her gün bir tanesini giyeceği on beş kat elbise (duvarlara asılarak) ;
12- Gündelik, yabanlık iki kürk (yükün üstündeki bohçaların üzerinde).
Çeyiz onbeş gün asılı durur ve gelin de onbeş gün giyinir, kuşanır; tel taç ve mücevherat takar. Çünkü geline bakmak İstanbul’da yalnız yüzyazısı ve paça günleri devam ettiği halde Bursa’da onbeş gün sürer ve yabancı seyirciler bu onbeş gün zarfında gelirler, oaırurlar, kahve içerler ve geline bakarlar. Gelinin teli ancak onbeş gün sonra kaplıcada yapılacak resmi gelin hamamında çözülür ve düğün fiilen ancak ondan sonra hitam bulur [sona erer]. Hatta gelin o gün hamamda yine telli taçlı, giyimli kuşamlı olarak akşama kadar oturur ve kendisini seyrettirir.
Kına gecesi: Bursa düğünlerinde gerek teşrifat, gerek eğlence itibarile kınagecesinin büyük mevkii vardır. Kınagecesi ikidir: (El kınası) denilen ve salı akşamı, çarşamba gecesi yapılan kına merasimi bin-nisbe [nisbeten] aile efradı ve samimi ahibba [dostlar] arasında hususi bir mahiyette cereyan eder; gelinin eline kına o gece yakılır. Avucundaki kınanın üzerine de bilahare [daha sonra] bereket parası olmak üzere saklanacak paralar sıkıştırırlar ve gelinin elini büyük bir bezle bağlarlar.
O gece gelinin ağlamasından bereket hasıl olacağına itimad edildiğinden hasrete ve ayrılığa dair yanık şarkılar ve müessir ilâhiler söylenerek kızı ağlatmaya uğraşırlar. Hatta gelinin ağlayıp ağlamadığı anlaşılmak üzere aralıkta duvağın kenarı açılarak tetkik edilir.
El kınası gecesinde söylenen başlıca bir Türkünün bazı kıtalarını buraya dere ediyorum:
Atladı geçti eşiği
Sofrada kaldı kaşığı
Kız evinin yaraşığı
Kal evimiz (kal) kalındı
Şen odamız (şen) olundu
Elime vurdum stare
Kolumu kesti destere
Allahım şirin göstere
Kal evimiz (kal.) kalındı
Şen odamız (şen) olundu
Gelinin yükü tutuldu
Oğlan evine yıkıldı
Ananın beli büküldü
Kal evimiz (kal) kalındı
Şen odamız (şen) olundu
Has kına gecesi geç vakte kadar devam edeceği cihetle, yorucu olacağından daha evvelce istirahat edilmek üzere (el kınası) gecesi erkenden yatılır.
Has kına: Çarşamba akşamı ve perşembe gecesi de (has kına) gecesidir. Kız evinden davetli olanlar daha ikindi zamanı gelmeye başlarlar. Oğlan evi yemeğe davet edilmez.
Diğer cihetten güveyi tarafının kınaya gidecek davetlileri güveyinin evinde toplanırlar. Davetliler tamam olunca mahalle bekçisi uzun bir sırığın tepesinde suret-i mahsusada [özel olarak] demirden yapılmış kafesli meşalesini yakarak öne düşer ve önde, elinde meşalesiyle bekçi, arkasında kadınlardan ve çocuklardan müteşekkil büyük bir kalabalık, her ağızdan bir ses çıkarak kızın evine doğru akar gider. Oğlan tarafı kızın düğün elbisesiyle teferruatını bu akşam götürürler.
Oğlan evinin davetlileri vâsıl olunca, kız evinde gelini hemen bir tarafa saklarlar. Sonra kız tarafı ustalarla beraber güveyi tarafını karşılamağa iner. Çarşaflar alındıktan sonra yine ustalar önde tef çalarak, şarkı söyliyerek davetliler yukarda suret-i mahsusada ihzar [özel olarak hazırlanmış] edilmiş odaya oturtulur.
Gelin bir müddet çıkmaz. O vakte kadar sigaralar, kahveler içilir, hal hatır sorulur. Bu anda garip bir adet vardır: Gelin ortaya çıkıncaya kadar kimseye içmek için su verilmez. Halbuki herkesde mevsime göre ya beraber getirdikleri veya aşağıdan satıcıdan aldıkları kabak çekirdeği, fıstık, üzüm, leblebi, kestane gibi yemişleri layenkati [durmaksızın] yemekten fena halde susarlar. Bir aralık susuzluk hadd-i gayeye vasıl olur [amaçlanan sınıra ulaşır] ve öteden beriden:
– Aman artık gelini çıkarın! Su getirin! âvâzeleri gelir. Nihayet gelin kınagecesi için suret-i mahsusada yaptırılmış al veya pembe, fakat her halde telli pullu kumaştan esvabını giymiş; tel, duvak, taç takmış bir halde görünür. Gelinin önünde omuzlarında bir basma askı olduğu [halde] ustalar tef çalarak ve şarkı söyleyerek ilerler. Arkalarında gelin ve gelinin iki tarafında ve arkasında (ellerinde mumlar olduğu halde) tâzeler yürürler.
Gelin herkesi sinnine [yaşına] göre el öperek, temenna ederek selamladıktan sonra kayınvalidenin elini öper. Kayınvalide hemen kalkar; köşeye, yüksek bir yere, kendi eliyle ve yastıklarla yaptığı mevkie,
duvağını açarak, gelini oturtur. Şevk ve sürürün [sevinç] pek ziyadeleştiği bir arada ustaların söylediği şarkıdan bazı parçalar:
Sen gelinsin al yaraşır
Al üstüne mol yaraşır
Sana gelinlik yaraşır
Severim yar severim yar
Kız anası, kız anası
Elinde mumlar vanası
Oklu güvey kaynanası
Severim yar severim yar
Gelin oturunca tebrik edilir. Sonra ustalar sandalyelerine otururlar ve oyun başlar.
Kına gecesinde bütün gençlerin ustaya bahşiş verip mutlaka oynaması, hiç olmazsa şöyle ortada oynar gibi bir parça dolaşıvermesi zaruridir.
Bursa’nın milli oyununa (sekme) namı verilir. Tiyatrolarla memlekete giren (kanto) tarzının da mühim bir mevkii vardır. İki sekme havasının birinci kıtalarını buraya yazıyorum:
Mustafa’m gaşhırm (aman) garadır gara Gerdanda benlerin (aman) sıradır sıra Bu yıl mekanımız (aman) buradır bura Ileyalinden de sesi gelir aman Düşmanlar elinden de aman varamıyom ah a canım
Asumana çıktı (da) ahım
Gel benim gaşı kemanım aman
Severim yoktur günahım
Gel benim gaşı kemanım aman
Oyun e^A’ela güveyi tarafının oturduğu odada başlar. Orada oynayacaklar bitince bu sefer de kız tarafının oturduğu yerde devam eder.
Saat alaturka altı yedi raddelerinde yine bekçi gelir ve güveyi takımını götürür.
Güveyi takımı giderken, lâtife olmak üzere, kız evinden bir şey aşırması veya aşırır gibi yapması, kız evindekilerin de buna mâni olmaya çalışması kahkahalarla ve lâtifeli mükalemelere vesile olması itibariyle adettir.
Bir de Bursa’da, istanbul’da olduğu gibi, taç yoktur. Gelinin başına giydirilen taç, ahibbadan toplanan mücevheratı bir mukavvaya raptetmek suretiyle vücuda getirilmekte idi.
*Sıtkı Zade Selahattin Rıza 1923 tarihli Yeni Mecmuanın “Özel Bursa Sayısından Fazıl Yenisey’in Bursa Folklonı adlı yapılına aktarılmıştır
Geçen yüzyıllarda Bursa’da düğün âdetlerinden*
Şimdiye kadar Bursa Folkloru üzerine ciddi ve metodlu bir şekilde çalışarak çok kıymetli makaleler yazan değerli yazarlarımız, bu meyanda Bursa’nın eski düğün âdetlerini de incelemişler ve tespit etmişlerdir.
Ancak; gelenekleri, âdetleri, meselleri, Türküleri, hurafeleri, bâtıl inanışları, oyunları, aile ilâçları, bilmeceleri ve buna benzer hususiyetleriyle bir bütün olarak mütalaa edilmesi gereken Bursa Folkloru’nun bazı bölümlerin, bugüne kadar nedense hiç ele alınmadığı gibi, ele alınıp işlenen bölümlerden mesela ‘”Eski Düğün Âdetleri’nin bazı kısımlarına da hiç temas edilmemiştir. Halbuki bütün bunların mümkün mertebe noksansız bir şekilde tesbiti, folklor bakımından mutlak bir zarurettir.
Ben, Bursa Folkloru’nun işte bu noksan kısımlarını da tesbit etmeye ve tamamlamaya çalışırken, “düğün âdetleri”ni bir kere de Bursa’nın eski ve tanınmış ailelerine mensup ve bu konuda söz söylemeye yetkili zevattan dinledim. Bu meyanda, bilhassa Bursa’nın son Mevlevi Şeyhi rahmetli Şemseddin Türe ile Kapalıçarşfda havlu ve antika giyim eşyası ticaretiyle meşgul Sayın Yusuf Sonbay’dan dinlediklerimi, daha önce bu mevzuda yazılan yazılarla karşılaştırdım. Eski düğün âdetlerinin noksan gördüğüm kısımlarını aşağıdaki bölümlerde tesbit ederken, beni bu mevzuda aydınlatan muhterem Bursalılara ve bil¬hassa Burhaneddin Türe ile Yusuf Sonbay’a şükranlarımı sunarım.
Düğün elbiseleri: Eski Bursalılar, kızlarını gelin ederlerken, kız babası, evlâdının mahzun olmaması için mükemmel bir çeyiz düzerdi. Bu arada kıza, “Elmasiye”, “Altıparmak”, “Altınoluk” ve “Geze” adları verilen fevkalâde kıymetli Humus veya Şam ipekli kumaşlardan dört takım da elbise dikilirdi. Üç veya dört peşli ve önden yırtmaçlı olan bu elbiseler, XTX. yüzyıl başlarından 30-35 sene evveline kadar kullanılagelmiştir. Daha önceleri, yani XVIII. ve XVII. yüzyıllarda bu elbiseler “Selimiye” adı verilen, kılaptanla karışık, başka bir cins ipekli kumaştan yapılırdı.
Köy düğünlerinde ise geline, ipekli oyalı gömlek ile “Bindallı” denilen, üzeri sırma işlemeli kadife entari ve yine sırma işlemeli kadife üzerine kürk giydirilir, üzerine gümüş fişeklikli kemer (bildiğimiz avcı fişekliği gibi) takılır, yüzüne de pullu işlemeli kırmızı duvak örtülürdü.
Bursa gelinleri, bu elbiselerini çok iyi muhafaza etmek, düğünlerde ve umumi davetlerde mutlaka münavebeyle giymek mecburiyetinde idiler. Hatta, Bursalı bazı yaşlı hanımlar tanırım ki, bu elbiselerini, o tatlı günlerin kıymetli bir hatırası olarak, hâlâ aynı titizlikle muhafaza etmektedirler.
Hısım akraba, konu komşu arasında yapılan düğün ve saire gibi umumi toplantılarda bu elbiseler ne kadar iyi muhafaza edilmişse, gelin hanımın o kadar iyi bir ev kadını olduğu kanaatine varılır, hanımlığı anlatıla anlatıla bitirilemezdi.
Bu elbiselerden biri kazara herhangi bir arızaya uğrar ve giyilemeyecek hale gelirse, bundan da, sahibesinin iyi bir ev hanımı olmadığı, kadir kıymet bilmediği, hulâsa pasaklı ve müsrif bir kadın olduğu neticesi çıkarılır ve zavallı gelin hanım, bu arızada hiçbir sun’u taksiri olmasa bile, artık dilden dile dolaşır, binbir tenkide mâruz kalır, pasaklılığı yedi mahallede dillere destan olurdu:
–    Falanca hanımın elbisesine dikkat ettin mi, kardeş? Acaba elmasiyesi n’oldu ki? Kaç zamandır sırtında göremiyoruz…
–    İlahi Fadime’m, bunu bilemicek ne va? Belki de fareler yimiştir. Hanımlık ilerde, o nerde?.. Daha elbise kıymeti bilmi-yo…
–    Sahi kardeş, bildim bileli pasaklının biridir o… Bu gidişle yakında kocasını batın…
İşte, haklı veya haksız bu çeşit tenkidlere maruz kalmamak, herkesin ağzında bir parmak bal olmamak için, her gelin bu yabanlıklarını hayatınm sonuna kadar, büyük bir dikkat ve titizlikle muhafaza ederek düğün vs. gibi umumi toplantılarda değiştire değiştire giyer, kocasını her düğünde yeni bir elbise masrafından ve bugünkü moda âfetinin tahribatından kurtarırdı. O devirde kazançlar ve geçim şartları şimdikinden çok daha müsait olduğu halde, evin erkeği moda masrafları diye bir şey düşünmez; bugünün bazı müsrif ailelerinde olduğu gibi, her balo için ayrı ayrı ve yığın yığın kumaş, terzi, şapkacı, ayakkabıcı, ondüleci, manikürcü, pedikürcü ve daha bilmem neci faturalarıyla karşılaşarak ardı arası gelmiyen, verip kurtulmaktan başka çaresi olmıyan namütenahi masraflara boğulmazdı.
Kadınların, evde hergün giydikleri günlük elbiseler ise gayet sağlam ve bir ömür boyunca eskimek bilmez yerli ev dokumalarından yapılır ve böylece kadın giyim kuşamı için harice on paramız gitmezdi. Hatta daha sonraları Avrupa’dan ilk basmalar geldiği zaman en müsrif hanımlar bile: “A, basma çıkmış… Firenk bizi bastıracak” diye hayıflanmışlar; o zaman memleketimizde yapılamıyan bu yabancı metaa uzun müddet rağbet göstermemişler, yerli dokumalarını kullanmakta devam etmişlerdi. Fakat neticede basmanın ucuzluğu ve bilhassa çekici zarafeti karşısında bu mukavemet yavaş yavaş kırılmış, ev dokumaları yerlerini gitgide Avrupa basmasına bırakmak mecburiyetinde kalmış, memleketimizin her tarafında olduğu gibi Bursa’da da dokumacılık böylece sönmeye yüz tutmuş ve bu hal, Cumhuriyet devrinde ve bilhassa son dört beş senelik hummalı kalkınmalarımızda yeni yeni fabrikalarımız kuruluncaya kadar devam edegelmiştir.
Köylerde gelin odası ve çeyiz odası:
Zengin köylüler bu iki odayı ayrı ayrı tefriş ederler, orta halliler ise ikisini birleştirerek bir tek oda halinde döşerlerdi.
Gelin odasında umumiyetle şu eşyalar bulunurdu: Yerde serili Şarköy kilimleri… Odanın en mutena köşesinde bir yer yatağı. yatağm baş ucunda, dört ayaklı ve üzeri muhtelif renk boyalarla boyanarak süslenmiş bir lâmba iskemlesi, iskemlenin üstünde bir lâmba, odanın iki küçük penceresinde de tül ve Amerikan işlemeli perdeler… Bu odaya başka eşya konulmaz ve mümkün mertebe sade bir şekilde döşenmesine bilhassa dikkat edilirdi.
Çeyiz odasına gelince: Nisbeten daha süslü olan bu odanın dört duvarına gerilen çarşafların üzerine işlemeli çevreler ve çukurlar, kadife işlemeli bohçalar, oyalı krepler, oyalı yemeniler ve o devre ait muhtelif elbiseler asılır, Odanın münasip bir duvar kenarında dört göz çekmeceli veya bir gözlü, altı iki kapaklı bir konsol yerleştirilmiş. konsolun üzerine iki karpuz lâmbası ile küçük bir masa saati konmuştur. Kapı arkasında düğün sahibine hediye olarak gelen muhtelif bakır takımları (yeni bakırdan), bunların yanında ve biraz ötesinde gelinin çeyiz sandığı, sandığın üstünde yataklar, yorganlar, en üstte de işlemeli yastık yüzleri ve yastık başlan vardır. Yine aynı odanın, tahtadan yapılan ve “minder sekisi” adı verilen yüksekçe oturma yerlerine ot minderler ve ot yastıklar döşenir, üzerlerine de minder yüzleriyle aynı renkte çatma kadife veya kılaptan işlemeli kadife üzerine yastık yüzleri takılarak gayet zarif ve süslü sedirler haline getirilir. Bu minder sekileri köylerimizde bugün bile hâlâ kullanılmaktadır.
Düğün ziyafetleri: Bursa’da düğün ziyafetleri ve alelumum ziyafetler iki türlü olurdu:
1- Usul-ü Erbaa Ziyafet: Esnaf düğünlerinde ve umumiyetle orta halli ailelerin
düğünlerinde verilen ziyafete “Usul-ü Erbaa” denir ve davetlilere başlıca dört çeşit
yemek ikram edilirdi:
a) Düğün çorbası,
b) Et yemeği (ekseriye parça et),
c) Düğün helvası (sükkeri),
d) Pilav, zerde.
2- İnce Takım Ziyafet: Yüksek ailelerin ve alelumum zenginlerin düğünlerinde verilen ziyafete de “İnce Takım Ziyafet” denir; davetlilere ikram edilecek yemeklerin çeşidi ve sayısı ailenin zenginlik derecesine göre değişir; fakat her halde yemekler bugünkü gibi hesaplı kitaplı pişirilmez; yedi mahalleyi doyuracak kadar bol ve mütenevvî olurdu.
İnce takım ziyafette başlıca ve sırasıyle şu yemekler verilirdi:
1- Düğün çorbası,
2- İçli yumurta (kıymalı ve mevsime göre domatesli, soğanlı, maydanozlu),
3- Çömlek kebabı (hususi pideler üstünde),
4- Emir dolma (mevsime göre, taze veya salamura yapraktan),
5- Sebze yemeği (yine mevsime göre, taze veya salamura sebzelerden),
6- Bademli börek (yanında çeşitli şerbetler hamur tatlıları:
a) Açma baklava,
b) Gülvarak (yalnız Bursa’ya mahsus bir nevi kaymaklı baklava),
c) Kaymak bohçası,
d) Cendere baklavası (halk arasında “cennet künkü” denilen başka bir çeşit baklava, bildiğimiz “sarı burma”nın biraz daha büyüğü),
e) Gelin yüzü,
f) Bülbül yuvası,
8-   Ekşili paça,
9-   Zeytinyağlı sebze yemekleri (Mevsime göre, taze veya salamura sebzelerden),
10- Hafif tatlılardan (elmasiye) yahut (Hususi muhallebi)
11- Pilav (yanında karla soğutulmuş hoşaf),
12- Çeşitli mevsim meyvaları (yemekler arasında)
Gerek “usul-ü erbaa” ve gerekse “ince takım” ziyafetlerde, davetlilerden sonra, mahallenin bütün yoksulları, hatta başka mahallelerden düğünü işitip gelen fakir fukara da tıka basa doyurulurdu.
Genç kızların oyuna kaldırılması: Düğünde davetliler arasında, gelinlik çağda genç kızlar da vardır. Anadolu’nun hemen her yerinde olduğu gibi Bursa’da da düğün esnasında kızların oyuna kaldırılmaları âdettir.
Genç kız, oynamaya kalkmadan önce, yine âdet gereğince, annesinin yanına gider ve eğilip kulağına yavaşça bir şeyler söyler. Annesi oynamasına müsaade eder ve kendisine bir miktar da para verir. Parayı ve annesinin müsaadesini alan genç kız “usta”nın yanına gider. Elindeki paranın yarısını bir ustanın, yarısını da diğer ustanın defleri üstüne koyar. Bu suretle bahşişlerini alan ustalar tef çalıp Türkü söylemeğe başlarlar. Bu çalma ve söyleyiş verilen bahşişin miktarına göre uzun veya kısa sürer.
Genç kız, bu esnada iki zıt hâlet-i nahiyenin tesiri altındadır. Bir yandan, oyun bilmiyor diye ayıplanacağından çekinerek, oyuna kalkmaya can atmakla beraber, bir yandan da mahcup tavırlar takınarak oyuna kalkmak istemiyormuş gibi görünür, etrafta o tesiri yaratmaya çalışır. Çünkü davetliler arasında birçok oğlan anaları da vardır ve bu düğüne biraz da oğullarına kız beğenmek için gelmişlerdir. Genç kızın bu anda yegâne arzusu, kendi hakkında şu hükmü verdirmektir:
— A…. Kardeş, şu karşıda oturan kızı görüyon mu?.. Ne kadarda utangaç maşallah… Oyuna kalkmaya bile utandı… Ne güçlükle kaldırıldı… Halbuki ne de güzel oynuyo… Allah bağışlasın… İnşallah bizim oğlana kısmet olur…

Kaynak:http://bgc.org.tr/ansiklopedi/dugun-bursa-da-eski-dugun-gelenekleri-.html